Peygamberlik Allah'ın bir lutfudur, kesmî^K değil, Vehbi'dir. Yani çalışılarak ve kazanılarak elde edilmez. Peygamber olacak zevat Allah tarafından seçilir. Allah bunları doğuştan peygamber olacak şekilde hazırlamış ve seçmiştir. Bu sebeple Allah'ın, özel birtakım meziyet ve faziletlere sahip kıldığı peygamberlerin başlıca sıfatları şunlardır:
a) Sıdk (doğruluk-dürüstlük): Peygamberler doğru ve dürüst kimselerdir. Yalancı, sahtekâr, dönek ve dolandırıcı değillerdir. Hile bilmez, kimseyi kandırmazlar. b) Emanet (Güvenilirlik): Peygamberler emin ve güvenilir kimselerdir, verdikleri sözde durur, ahde vefa eder, kendilerine tevdi edilen emaneti korur, asla hainlik yapmaz, gadr etmeyi bilmezler. c) Fetanet (zekilik): Peygamberler akıllı ve zekî kimselerdir. Saf, bön, aptal, anlayışı kıt ve geri zekalı değillerdir. Kimseyi kandırmaz ama kimseye de kanmaz ve aldanmazlar. d) İsmet (günahsızlık): Peygamberler temiz, pak ve günahsız kimselerdir. Kötü bir geçmişleri yoktur. Kendilerinden ufak tefek hatalar ve günahlar sadır olabilir. Bu türlü küçük kabahatlere "zelle" denir. Ama onlar bu çeşit hata ve günahlarda ısrar etmezler. Yüksek bir ahlâk öğretmek, ulvî bir ibadet hayatı belletmek için gönderilen peygamberlerin ahlâkî faziletlere, yüksek bir edep ve terbiyeye sahip olmaları şarttır. Çünkü onlar örnek insanlardır. e) Tebliğ (duyurma): Peygamberler Allah’tan aldıkları vahyi olduğu gibi fazlasız noksansız ümmetlerine ulaştırırlar. İlahî hükümleri ve bilgileri halktan gizlemezler. Dinde gizleme (ketm) değil, duyurma ve açıklama esastır.Bütün ahlâkî fazilet ve meziyetlere sahip olan peygamberler görevlerini ifa etmelerine engel teşkil eden bedenî kusurlardan uzaktırlar. Tiksinilecek ve nefret edilecek ruhî ve bedenî hiçbir hal, hareket görüntüleri yoktur.
Kendilerine inanılması ve peşlerinden gidilmesi için hem ruh hem beden yönünden sağlam ve sağlıklı kimselerdir. Ahlâkları gibi hilkatleri ve beden yapıları da güzeldir.
Bahsedilen bu beş sıfatın peygamberlerde bulunması şart, bunların zıddı olan yalancılık ve aptallık gibi vasıfların kendilerinde bulunması imkânsız, yeme içme, uyuma, evlenme, çoluk, çocuk sahibi olma, hastalanma ve ölme halleri ise kendileri için caizdir.
Mucize
Peygamberlerin en önemli özelliklerinden biri de kendilerinden mucize denilen birtakım olağanüstü şeylerin ve harikaların zuhur etmesidir. Peygamberlerin gerçekten Allah'ın resulü ve elçisi olduklarını ispatlamaları için gösterdikleri harikalara ve fevkalâde şeylere mucize denir. Diğer insanlar bu türlü olağanüstü şeyleri ortaya koymaktan âciz oldukları için peygamberlerden zuhur eden harikalara mucize (aciz bırakan) denilmiştir. Hz. Nuh'un tufanı, Hz. Musa'nın asasının ejderha olması, Hz. İbrahim'in ateşe atıldığı halde yanmaması birer mucizedir.
Mucizeyi peygamber kendi gücüyle göstermez. Mucizenin yaratıcısı ve gerçek sahibi Allah'tır. Her yönden Allah'a ait olan mucize peygamberlerden zuhur eder, fakat çok az ve nadir olarak zuhur eder. Alemde tabiat kanunları (sünnetullah) kaide olarak yürürlüktedir. Mucize bu kaidenin çok az rastlanan istisnasıdır. Mucize bir çeşit meydan okumadır. Peygamber âdeta meydan okuyup "Ben Allah tarafından size gönderilmiş bir elçiyim. Bunun böyle olduğunun delili ve şahidi Allah’ın bana mucize vermiş olmasıdır. Eğer inanmıyorsanız ve peygamber olduğumu kabul etmiyorsanız siz de benim gibi mucize gösterin" demektedirler. Halk, "peygamberim" diyen herkese inansa dünya sahte peygamberler (mütenebbiler) ile dolup taşar. Onun için gerçek peygamberi sahtesinden ayıran bir alâmete ihtiyaç vardır. İşte bu alâmet mucizedir.
Evliya'dan ve ermiş kişilerden zuhur eden harikalara keramet denir. Kerametlerde meydan okuma (tehaddî) yoktur. Veliler veli ve ermiş olduklarını iddia etmezler, tersine bunu gizli tutarlar. Onun için mucizenin açık, kerametin gizli olması şarttır.
Sihirbazlardan, kâhinlerden ve falcılardan da bazen harikulade haller zuhur edebilir. Bunlarla mucize ve keramet arasında fark vardır. Kendilerinden mucize ve keramet zuhur eden peygamberler ve veliler her şeyden evvel yüksek bir ahlâka sahiptirler, dinlerine ve diyanetlerine titizlikle bağlıdırlar. Çevrelerindekilere güven veren ciddî, heybetli ve inandırıcı bir kişilikleri vardır. Özü itibariyle hayırlı gayelere yönelmişlerdir. Şahsî menfaatler peşinde koşan muhteris ve bayağı kimseler değillerdir. Toplumun ve fertlerin mutluluğu için hiçbir fedakârlıktan çekinmezler. Yüksek himmete sahiptirler. İşte bu nitelikler ve erdemler peygamberlere ve velilere özgü olup diğerlerinde yoktur.
Mucize ve keramet biri sûrî (şeklî), diğeri manevî (hakikî) olmak üzere iki çeşittir. Manevî mucize ve kerametler sûrî mucize ve kerametlere nazaran çok daha önemlidir. Bir gıda maddesinin çoğalması, su olmayan yerden su fışkırması sûrî mucizedir. Ahlâk esaslarına ve edep kurallarına bağlı kalınması, sabır ve azimle gerçek ilmin tahsil edilmesi manevî mucize ve keramettir. Bunlar daha önemli oldukları için "istikamet (dürüstlük) kerametten üstündür" denilmiştir. Hissî ve maddî mucize ve kerametlerin faydası da önemi de fazla değildir. Onun için peygamberler mecbur kalmadıkça bu türlü mucizeler göstermemişlerdir.
Hz. Peygamber'in de çeşitli mucizeleri vardır. Fakat en büyük mucizesi bize kadar gelmiş olan Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kur'ân, Resulullah'ın yaşayan ve dünya durdukça da yaşayacak olan bir mucizesidir. "Gayr-i metluv vahiy" adı verilen Hz. Peygamber'in sözleri de bir çeşit vahiy sayılır. Fakat bu sözlerde icaz, yani mucize olma niteliği yoktur.