İslâm’da inanç konusu olan hususlar imanla kabul edilir, bu konuda esas olan itikaddır. Fakat inanılan konular ve meseleler üzerinde düşünmek taşınmak da lazımdır. Ancak bu türlü konularda düşüncenin inanca tâbi olması, inanç yönünde düşünülmesi lazımdır. Aksi halde inançla düşünce çatışır ve bundan da itikadî ve fikrî bunalımlar doğar. İnanç konusu olan hususlar esasen aklın tek başına halledeceği ve doğru bir sonuca ulaşacağı şeyler değildir. Meselâ ahiret ahvaliyle ilgili hususlar böyledir.
Dünya işleriyle ilgili hususlar böyle değildir. Dünya işleri akıl, deney ve gözlem alanına girdiğinden bu işler ekseriya inanç konusu değildir. Ziraat, sanat ve ticaretle ilgili konuların tamamına yakın kısmı böyledir. Bu alanda akıl ve fikir tam olarak yetkilidir.
İnanç konusu olan hususları, bilgi edinmek ve edinilen bilgileri derinleştirmek için konuşmak ve müzakere etmek faydalı, ama bu hususları cedelleşme, tartışma, tenkit ve red konusu yapmak oldukça zararlıdır.
İnsanlar arasında birtakım inanç farklarının bulunması pek tabiîdir. Dinleri, mezhepleri ve tarikatları farklı olanlar arasında birtakım inanç farkları bulunacağı aşikârdır. Hatta her ikisi de sünnî mezhep olmakla beraber Eş'arîler'le Mâtüridiler arasında ufak tefek inanç farkları vardır. Bunların hoşgörüyle karşılanması ve farklı inançlara saygı duyulması İslâm'ın istediği bir şeydir. Bunun için "dinde zorlama yoktur", denilmiştir. Bazı dinleri ve inançları batıl diye nitelememiz onlara karşı zor kullanmamız, bu inanç sahiplerini lanetlememizi ve kınamamızı icap ettirmez. Farklı inançlar konusunda: "Senin dinin senin, benimki benim" demek gerekir.
Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Bid'at:
Hz. Peygamber ve ilk üç halifesi zamanında mezhep diye bir şey yoktur. Mezhep ilk defa Hz. Ali zamanında ortaya çıktı ve çıkan mezheplerin sayıları zamanla daha da arttı. Sonradan çıkan bu türlü mezheplere bid'at mezhepleri adı verilmektedir. Bu mezhepler ortaya çıkınca Müslümanların çoğu Hz. Peygamber'in ve sahabesinin din anlayışını, İslâm'ı yaşama ve uygulama tarzını harfiyen devam ettirdiler.
Hz. Peygamber ve sahabesinin yolundan giden Müslümanlar'a Ehl-i Sünnet denilmiştir. Ehl-i Sünnet İslâmî yaşayışı ve dinî geleneği bozmadan, değiştirmeden ve ona yeni şeyler katmadan aynen devam ettirmiştir. Ehl-i Sünnet'e göre dinin kaynağı Kur'ân, hadis, icma ve kıyas'tır. Bunun dışında kişilerin şahsî ve indî görüşlerinin dinî değeri yoktur. Dinden olmak üzere sonradan ortaya konulan hükümler ve uygulamalar bid'at olup bunların hakikatte dinle, İslâm'la bir ilgileri yoktur.
Bugün dünya Müslümanlarının büyük bir kısmı ehl-i sünnet ve ve'l-cemaat mezhebine mensuptur. Ehl-i Sünnet de kendi aralarında birtakım mezheplere ayrılmıştır.
İtikadda ve inanç alanında Sünnî mezhepleri üçtür: 1-Selefiye. 2-Eş'ariye, 3-Mâtüridiye.
Amel ve uygulama alanındaki Sünnî mezhepler de dörttür: 1-Hanefî Mezhebi. 2-Mâlikî Mezhebi, 3-Şâfiî Mezhebi, 4-Hanbelî Mezhebi. Bu mezhepler arasında esas itibariyle büyük ve önemli farklar bulunmadığından hepsi de hak mezheptir.
Hâricilik, Mutezile ve Şia başlıca bid'at mezhepleridir. Bidat mezhepleri ya Şia'da olduğu gibi dinî kanaatlerini siyasî etkiler altında oluşturmuşlar veya Mutezile'de olduğu gibi felsefî etkiler altında oluşturmuşlar veya Haricîlik'te olduğu gibi ibtidaî bedevi görüşlerin etkisi altında oluşturmuşlardır.
Bidat mezhepleri halis ve saf İslâm değildir. İslâm'a yabancı olan birtakım görüşler ihtiva eder. Bidat mezheplerine bağlı olanlar, birtakım şahsî ve indî, hatta keyfî yorum ve açıklamalarla bu mezhepleri oluşturmuşlardır. Bozuk ve batıl inançlar ihtiva etmekle beraber bidat mezheplerine bağlı olanlar da Müslüman sayılırlar. Çünkü imanın ve İslâm’ın şartlarını kabul etmekte ve Kabe'ye yönetip namaz kılmaktadırlar. Kalbi ve bedeni ile Kabe'ye yönetip namaz kılanlar yani "ehl-i kıble" hep Müslümandır, asla kâfir değillerdir.
Dili, ırkı, ülkesi ve rengi ne olursa olsun bütün Müslümanlar kardeştir, birbirinin dostudur.