İnsan, doğası gereği zor alışır birtakım şeylere..Başta anlaması zor olsa da, zamanla kabulleniyor bazı gerçekleri. İnsanların birden fazla karaktere sahip olduğunu, olaylar karşısındaki tutum ve davranış kalıplarının değişkenlik gösterdiğini, bu değişkenliğin kişinin günlük yaşam rutinini oluşturduğunu, hatta mizacı haline geldiğini görünce şaşkınlığımı gizleyemiyorum…
Oysa biz karşımızdaki insanlarda sadece tek davranış kalıbının var olduğunu ve bu doğrultuda düşünce yapısının geliştiğini varsayıyoruz. Ona göre tutumlarımızı ve inançlarımızı sergiliyoruz.. Günlük yaşam rutininin gerektirdiği doğrultuda, sadece varolan o anki bu; ticari, ahlaki, kültürel, dini veya manevi değerlerin toplamı da olabilir; duruma göre tavır geliştirdiklerini sıklıkla görebilmekteyiz.
Anormal olan bu davranış biçiminin normalleştirilmeye çalışılması, trajikomik bir kişisel bozukluk olduğunun, görebilen tarafında olmak benim için oldukça mühim.. Kişisel çıkar ve menfaat furyasında, toplumsal değerlerin hiçe sayılması, yok hükmünde görülmesi, mevcut düzenin temel dinamiklerini sarsıcı nitelik taşıması açısından oldukça önemli...
Denge esası gözetilmeden yapılan her eylem ve davranış biçimi, sarsıcı bir sonuçla son bulur. Yapılan her işte ölçü esasen, temelde adalet çarkının dönmesi ve işlerlik kazanması için otonom dengeyi sağlamaktır. Dini değer yargılarını sorgularken başvurulan yöntemlerin en başında yine kabul görmüş, ölçülüp tartılmış, herkesçe eşit ölçüde benimsenmiş, bilimsel, tarafsız verilerin kullanıldığını görmekteyiz.
Bu veriler ışığında, tinsel varsayımların , kişinin mizacı gereği somutlaştırılıp, inandırılmaya çalışılması hatta etik haline getirilmeye çabalanması aşikar bir gerçek.. Bu tinselliğe arada bir ayna tutmak, olanla, olması gerekeni yansıtmak, hatta kelamınca, hal-ı lisan etmek lazım. Yaşadığımız toplumun bizlere, değer ve inanış biçimimiz her ne olursa olsun, yaşam felsefesi niteliğinde; eğitici, öğretici temel esaslı olarak şekillendirici bir vazife üstlendiğini de unutmamak gerekir. Ahlâk -Toplum- İnsan denklemi, hassas terazi niteliğinde olan bilişsel davranış ve örgütsel anlayış kıstasları etrafında kurulur, anlam ve bütünlük kazanır. Oluşan bütünlüğün, temelde geçmişten gelen edimselliklerin, deneyimlenerek güne ve yaşam ritüellerine aktarılmasıyla boyut kazandırılır.
Bu boyut, denge esası taşır. Eşitlik ağırlıklı tartılır. Davranış usulü şekillenir. Yaşam biçimi esaslı anlam kazanır. Kişi, içinde yaşadığı toplumun bizlere yansıyan aynası gibidir. Kendisine yansıtılan neyse onu yansıtmakla mükelleftir. Bu yansıma, sorgulayıcı, bağlayıcı ve kabul görmüş değerler etrafında şekillenmişse, en berrak haliyle müsbet olana ulaştırır. Tam tersi durumda ise kaotik olana sürükler ki; bu tutum biçimi toplumsal çöküşün de habercisi olma özelliği taşır. Bireyde başlayan çözülmenin, zamanla toplumun tüm fertlerini etkileme ve ne yazık ki, etik değerlerin yok sayıldığı,” Kanunsuz Toplum” olma yolunda ilerlediğini de görebilmekteyiz..
Yorumlar