Ağaçlar görür, koku alır, dokunmaya tepki verir, sesleri işitir, bellekleri vardır. Ama sinir sistemleri bizim gibi olmadığı ve insan beyninin duyum-algı spektrumu pek kısıtlı olduğu için bizler; bizim gibi görmeyen, hissetmeyen, konuşmayan, duymayan, tepki vermeyen tüm canlılara nesne gözüyle bakmaya meyilliyizdir.
Şunun idrakine varmamız gerekiyor: Doğa, insan için dekoratif bir arka plan ya da pragmatik bir unsur değil, yaşamın kaynağıdır ve sürdürülebilir sağlıklı bir yaşam, doğanın tüm canlıları ile yaşama dahil olmasıyla mümkündür.
İlle de antroposantrik bir fayda isteniyorsa şunu söyleyebilirim: Doğa bir aynadır ve insan beynindeki aynalama sistemi (ayna nöronlar) ile karşılıklı yansıma (yansıtma) halindedir.
Doğayla kurduğumuz sağlıklı bağlar nisbinde yaşamsal motivasyonumuz ve bütüncül sağlığımız ve beynimizdeki bağlantıların sayısı artar. Doğanın insanla kurduğu rabıtaya tahribatla karşılık verildiğinde de yine bir aynalama gerçekleşir ve doğadaki tahribatın yansımaları insanda bedenlenir. Doğanın dengesini bozmaya kalkan insanın dış dünyanın koşullarına karşı iç dünyanın dengeleşimini yani homeostazı sağlaması zorlaşır. Esasında birçok hastalığın temel nedenlerinden biri de budur.
Doğa ve insan arasındaki mütevazilik (paralellik) yaşama ait tüm unsurları içerir. Doğaya yabancılaşan birey kendisine yabancılaşır; doğayla bağ kuramayan bireyin çevresindekilerle bağ kurması zorlaşır.
“Vahşete teşne beşer, şerre hayrı kisve biçer” şehvetiyle köpekleri-kedileri katletmekten, ormanları yakmaya kadar gider bu yansımalar ve doğa bunca vahşete sessiz kalmaz.
Kedi-köpeklerimiz, börtü-böceklerimiz, arı-sincaplarımız, ormanlarımız, canlarımız gitti.
DOĞAMIZIN BAŞI SAĞOLSIN.
Yorumlar