Özlemek, insanın kalbine dokunan en sessiz ama en güçlü duygulardan biridir. Ne sesi vardır ne rengi… Ama içten içe yakar, çeker, hatırlatır. Bazen bir insanı özlersin, bazen bir zamanı, bazen de artık geri dönemeyeceğini bildiğin bir hâli. Özlemek, görünmeyen bir bağdır; iki nokta arasında kurulan, mesafelerle kesilemeyen bir hat gibi…
İnsan bazen neyi özlediğini bile bilmez. Bir sabah uyanır, içi acayip bir boşlukla dolar. Sanki biri kalbinin bir parçasını almış da yerine hiçbir şey koymamış gibi. Oysa özlemek, aslında yitirdiklerimize değil, bize iyi gelenlere tutunma hâlidir. Bir nevi derinlerde saklı olan sıcak bir anının yokluğunu yeniden hissetmektir.
Özlem çoğu zaman acıyla karışıktır ama garip bir şekilde güzeldir de. Çünkü özlediğimiz kişi ya da an, bize yaşadığımızın kanıtıdır. Kalbimizin hâlâ birileri için attığını, bir şeyler için çabaladığını gösterir. Özlemek, içimizin bir köşesinde taşıdığımız sessiz bir “iyi ki”dir aslında…
İyi ki tanımışım, iyi ki hissetmişim, iyi ki yaşamışım…
Bazen özlemek, söyleyemediğimiz sözlerin, içimizde kalan cümlelerin, yarım kalmış hikâyelerin yükünü taşır. İnsan, tamamlanamayan şeyleri en çok özler çünkü. Bir türlü vedalaşmadıklarımızı, yarım kalan sevgileri, tam söyleyemediğimiz “gitme”leri…
Ama özlemek her zaman acıdan ibaret değildir. İnsan uzaklaştıkça aslında kendine neyin iyi geldiğini daha iyi anlar. Özlem, hatırlatır: “Değer verdiğin şeyler var, kalbin hâlâ canlı.”
Bu yüzden özlemek, bir yandan da iyileştiricidir.
Her insan mutlaka birini, bir günü, bir gülüşü, bir sesi, bir kokuyu özler. Bu çok normaldir. Çünkü özlemek, yaşamın kendisidir.
Kalbin hâlâ sevdiğini, hâlâ umut ettiğini, hâlâ hissettiğini gösterir.
Ve belki de özlemenin en güzel yanı şudur:
Özlediğin şey, kalbinde hâlâ bir yeri olduğunun kanıtıdır.
Geri gelse de gelmese de, onun bıraktığı iz seni büyütür, olgunlaştırır, dönüştürür.
Özlemek, insanı kırmaz aslında…
İnsanı, kendine yaklaştırır.Kalın sağlıcakla…
Yorumlar