SON DAKİKA
Hava Durumu

İstanbul’un, Şam’ın, Halep’in Tahran’ın çocukları…

Yazının Giriş Tarihi: 04.01.2023 00:13
Yazının Güncellenme Tarihi: 04.01.2023 00:13

Türkiye’nin, bu coğrafyadan uzak tutulma çabalarının geçmişi, epeyce eskilere dayanır. Şimdiki sınırlarımıza hapsedilmemizden bu yana; bu coğrafyaya ilgisiz kalmayı, bir ideoloji olarak kabullendi Türkiye. Belki de şöyle demeliyim; devleti kurduğunu söyleyen kurucu kadroların benimsediği ve topluma dayattığı ideoloji, bunu gerektiriyordu. Aradan geçen onca yıllardan sonra, gözlerimizi kapadığımız bu coğrafyada, bizim dışımızda hemen herkesin, oyun kurmaya devam ettiklerini anlamamız pahalıya mal oldu. Demografik yapının paramparça olması, tüm etnik hücrelerin harekete geçirilmesi sonucu kan gölü haline getirildi. Dün; Türkiye’yi bölgeden uzak tutmaya çalışan yerli fosil zihniyet, aynı çabalarını bugün de devam ettirmektedir.

Bütün hesapların; dün olduğu gibi bugün de Türkiye’nin bölgeden uzak tutulmasına yöneliktir. Bölgeyi; önce ‘Ortadoğu Bataklığı’ olarak tavsif ettiler, arkasından ciddi ciddi tahlillere giriştiler. Aman, Türkiye ‘Ortadoğu Bataklığı’ndan uzak dursun, diye akıl veriyorlar. Sanki Türkiye uzak durduğu zaman, bölgede barış hâkim olacak, ülke hiçbir surette zarar görmeyecek, emperyalist güçler, geldikleri gibi geri gidecekler. Bu düşünceleri, günümüz muhalefeti, emperyalistlere hizmet ettiklerinin farkında bile olmadan(!) sürekli söyleyip durması, Türkiye’ye değil emir aldıkları emperyal mahfillerin ekmeğine yağ sürüyor.

Türkiye üzerinde planlar yapan emperyalistlerin, asırların ötesinden gelen planlarıyla, ülkeyi kuşatmak için kurguladıkları planların yeniden devreye sokulduğuna, kör ve sağırlar. Aslında bu tipler, dün de böyleydi. İşgal yıllarında, neredeyse, düşmanları; İslam’dan, İslam medeniyetinden kurtulmak adına, batıcılık adına, ülkeye davet emekten çekinmediklerini, belgeler ve bilgiler göstermektedir. Onların gidecek yerleri olabilir. Ama bizim gidecek yerimiz yoktur. Bu nedenle hep bedel ödemeyi göze aldık. Birilerin ayakları taşa takılsa, hemen batı şehirlerine kaçabiliyorlar. Geride bıraktıklarının yahut düşmana terk ettiklerinin, onlar için bir anlamı olmayabilir. Oysa, bizim bir gönül coğrafyamız var, bu topraklarda.

Bütün bunları bile bile, Ana Muhalefet ve şürekası, Türkiye’nin, Libya’da, Suriye’de, Irak’ta, Azerbaycan’da ne işi var diye tekrarlayıp duruyorlar. Bu söyledikleriyle kimlerin değirmenine su taşıdıklarını bildikleri konusunda endişelerim var.

Türkiye, kendi gönül coğrafyasındaki varlığını tahkim etmesini çekemediklerini, bu kadar açık etmeleri oldukça ilgi çekici. Hal bu ki, bugün coğrafyamızda yaşanan terör ve benzeri olayların arkasında, emperyalist emellerin olduğunu bilmemeleri mümkün değil.

Bu coğrafyayı kimseye bırakamayız. Bütün gönül coğrafyamızda yaşayan insanlara, dini, vicdani, ahlakı, tarihi, insani ve İslami görevimiz olduğunun farkındayız. Bütün bunları bir kenara bıraksanız da ülke savunması için bu coğrafyanın bizim kontrolümüz altında olması gerektiğini, ortalama zekaya sahip bir insan bile anlayabilir.

Osmanlı ile İran’ın tarih boyunca yıldızı hiç barışmadı. Rekabet, ara vermeden devam ediyor. Bir şartla ki; müttefikimiz dediğimiz ülkeler, buna ilave olarak bölgede emelleri olan batılı emperyalistler, düne kadar kanlı bıçaklı oldukları İran’ı bölgede egemen bir güç haline getirme çabasından vaz geçmiş değiller. Sahne gerisinde ele ele tutuşmaları da bunu gösteriyor.  Ne yazık ki İran da bu işe çanak tutuyor. Mezhebi taassup adına, emperyalistlerle iş tutarak, Halep’in çocuklarının çığlıklarını, bomba sesleriyle bastırmaya çalışması, hangi referansla telif edilebilir ki. Sırf Şia’yı yayacağım diye bölgeyi emperyalistlere açan İran, Halepli çocukların hesabını nasıl verecek. Öte yandan, hala İrancılık yapan akıllı(!) kardeşlerimizin söyleyecekleri bir şey kaldı mı acaba? Persçilik idealine Şia kılıfı giydiren İran, Türkiye’nin uzattığı eli her defasında havada bıraktı. Halep’te, Irak’ta, Yemen’de ölen insanların hesabını nasıl verecek? Namusu kirletilen Halepli kadınlarımızın, kundakta ölen çocuklarımızın kanı, canı, Tahranlı kadınlardan, çocuklardan daha mı değersiz. Nasıl bir inanç, nasıl bir vicdan ve nasıl bir insanlıktır bu? Bölge barışının, öncelikle Türkiye ve İran’ın bir noktada birleşmesine bağlı olduğunu söylemeye gerek var mı?

İstanbul’un çocuklarının, kanıyla canının, Halepli çocuğun kanı ve canı, Şamlı çocukların canları kanları, Şamlı kadın ve kızların namusları Halepli kadının ve kızın namusunun, emperyalistlerin salyalarına terkedilmesinin vebali, vicdan sahibi İranlıları, ciddi olarak rahatsız ettiğinden eminim. Suriye’de savrulan insanlığın enkazı altında sadece emperyalistler kalmayacak, İran da onlarla beraber kalacak. Eğer İran, şu Şia/Persçilik taassubunu bırakıp, bölgede akan kanın durdurulmasına yönelik, Türkiye’nin uzattığı eli havada bırakmamış olsa, bölge bugün, emperyalist vampirlerin ayaklarının altına atılmaz, bu çığlıklar da yaşanmazdı.

İstanbul, Tahran, Şam, Kahire, Mekke ve Medine kardeş değil miydi.? Dün bu şehirler, birbirlerinin komşuları değil miydi? Bu şehirlerin sahibi olan İslam Ümmeti, elini kolunu sallayarak kendi şehirlerinde, rahat bir şekilde, seyahat edip gezemeyecek mi? Yahut buna hakları yok mu? Nasıl oluyor da, her hangi bir Avrupa ülkesinin sınırları içine giren bir gezgin, bütün Avrupa ülkelerini rahatça gezebiliyor da, bizim bu şehirlerimizin etrafına aşılmaz duvarlar örülüyor.

İslam ülkelerinin idarecileri, ördükleri bu duvarlar, saltanatlarının devam etmesine ne zamana kadar yeteceğini düşünüyorlar.

Her şeye rağmen bu şehirlerin kardeşlikleri, örülen bu duvarları yıkacak, İstanbul, Tahran, Kahire, Şam Bağdat, el ele vererek kardeşliklerini pekiştirecekler.

Bu kardeşliğin, ontolojik bir ihtiyaç olduğunu söyleyerek, noktalayalım.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.