SON DAKİKA
Hava Durumu

Menderes’ten Erbakan’a, Özal’dan Erdoğan’a

Yazının Giriş Tarihi: 25.01.2023 00:39
Yazının Güncellenme Tarihi: 25.01.2023 00:39

Ülkelerin ve milletlerin, tarihteki yürüyüşünün zaman zaman sekteye uğraması, milletlerin kaderiyle ilgili bir durumdur. Bu tarihi yürüyüşü, tıkandığı yerden tekrar harekete geçiren de milletlerin liderinin olduğunu, tarihi metinlerden okuyoruz. İbn Haldun, Mukaddime’sinde konuyla ilgili çok daha geniş bilgilere yer vermektedir. Tabi ki, büyük milletlerin yürüyüşünün sekteye uğraması, sendelemesi ya da sarsılması, kendi cüsseleri ile orantılı olmaktadır.

Osmanlı Devleti’nin son büyük sarsıntısını, Sultan Abdulhamit’in siyasi dehasıyla, yarım yüzyıla yakın geciktirdik. Ne var ki, içimizden çıkan, Sultan Vahidettin’in deyimiyle, ‘Selanik çıkışlı; gayr-i Türk ve Gayr-i Müslüm eşhas’ın, devlete çökmelerinin önüne geçemedik. Dolayısıyla bu ‘çökme işi’ bize pahalıya mal oldu. Akabinde, dış düşmanlara karşı yapmış olduğumuz Millî Mücadele’yi kazanmıştık ama, sonrasında, her şeyimizi onlara benzettiğimiz için mücadeleyi kaybettik.  

Bu yenilgi bize pahalıya mal oldu. İlkin hilafeti kaldırdılar. Sistemi değiştirince, yaşam biçimini, kılık kıyafeti, on asır boyunca kullandığımız harfler değiştirildi. Sonra eğitimi, tarihi, hatta dini bile değiştirdik. Mete Tunçay’ın deyimiyle, ‘Kemalizm Dini’ni benimsedik. 

Yine, Tunçay’ın naklettiğine göre; savaş açtıkları İslam’ı; bir CHP’li ideoloğ olan Refik Ahmet’in: ‘Allah’ı da Sultanla birlikte tahtından indirdik. Bizim mabetlerimiz fabrikalardır.  (15 ağustos 1929) deyişiyle açıktan redderek, yerine bir din ikame etmişlerdi. Ancak bu din, toplumsal istikrarı, asırların tecrübesini taşıyan, siyasi ve İslamî kurumları, kaldırmak ya da bozmaktan başka bir işe yaramadı. Ancak Anadolu insanı, böyle bir dini, böyle bir yapıyı, böyle bir sistemi benimsemedi. 

Sonra, Menderes çıktı, bütün bu olan bitenlere itiraz etti. Aslında kendi içlerinden çıkmış olmasına rağmen, bu itiraza katlanamadılar. Çünkü; 27 yıl süren Tek Parti diktatörlüğünü kökünden sarsmıştı. CHP içinden çıkan Menderes’in, yapılan değişiklikleri değiştirmeye gücü yetmeyecekti, yetse bile böyle bir değişikliğe evet diyecek kadrolar da mevcut değildi. Ancak; 1950 seçimlerinde, ezici çoğunlukla CHP’yi saf dışı bırakması, Türkiye’de büyük değişimin fitilini ateşlemeye yetmişti.

Savaş yorgunu, ekonomik bakımdan beli bükülmüş Anadolu insanı, CHP’nin parti devletine dönüştürdüğü ülkede, bu seçimler sonucunda nefes almaya başlar. Ekonomik sıkıntılar yetmiyormuş gibi, İslam üzerinde kurulan baskılar gevşemiş, ümitler iyiden iyiye yeşermeye başlamıştır.

Anadolu insanının bir kısım taleplerini yerine getirmeye başlayan Menderes’i, ancak askeri vesayetle engelleyeceklerini düşünen CHP, nihayet 60 darbesiyle iktidardan indirir ve ipe çeker. 80 darbesini saymıyorum bile. 

Sonra Özal geliyor. Emperyalistlerin ve yerli aparatlarının, ülkenin ayağına bağladıkları prangaları tek tek çözer. 80 darbesinden sonra ortaya çıkan Özal, Tek Parti dönemi artığı askeri vesayet bütün haşmetiyle ortada durmasına inat, ülkenin gözlerini dünyaya açar. Bizim dışımızda başka ve farklı dünyalara olduğunu, ülke insanına gösterir, zor da olsa bunu başarır. Özal’ı da, türlü oyunlarla koltuğundan indirerek, hayatına kastederler. 

Arkasından, mümbit Anadolu topraklarından bir yiğit insan çıkar. 60’lı yıllardan itibaren, Anadolu insanını uyandırmaya başlar. Yeniden Büyük Türkiye’yi; ‘Önce ahlak ve Maneviyat’ diyerek yola çıkar. Kalkınan ve sanayileşmiş bir Türkiye diyerek, tarihe ve tarihi müktesebata vurgu yapar, Anadolu insanının zihin kodlarını ilmek ilmek dokuyarak, ülkenin kaderine el koymak için uyandırmaya başlar. Önce İslam der, Anadolu’yu karış karış gezerek, ilmin kaynağının İslam olduğunu, insan haklarının ve kadın haklarının, İslam’ın insanlığa hediyesi olduğunu anlatır. Bu milletin, İslam ümmetinin bir parçası olduğunu, yüksek sesle dile getirir. 

Bütün engellemelere rağmen, iktidara gelir. İçerdeki ve dışardaki vesayetçilerin baskılarına rağmen, dini, ahlaki, ekonomik ve dış politika bakımından enkaz haline getirilen ülkeyi, asırlık uykusundan uyandırır.  Erbakan da Menderes gibi, 28 Şubat darbesiyle iktidardan indirilir. Ne var ki Erbakan, Anadolu insanının gözünü açmış, dinini, imanını hatırlatmış, mücadele azmini en üst seviyeye taşımıştır. CHP askeri ve sivil vesayeti, her ne kadar başarmış gibi görünse de Türkiye bu sayede, Kemalist jakobenizme boyun eğecek durumdan çoktan kurtulmuş, kendi geleceğine kendisinin karar vereceği bir güce ulaşmıştır.  

En nihayet, Erbakan’ın rahle-i tedrisinden geçmiş ve onun öğrencileri olan, siyaseti, kendi kuralına göre ve onların anladığı biçimde yapan Millî Görüş kadroları, yılların birikimi olan tecrübeleriyle devlete el koyarlar. Sivil vesayete son verip, askeri vesayete de ‘kes lan’ diyerek, devletin gerçek sahiplerinin kim olduğunu, onlara hatırlatır. O yiğit insan, Erbakan’ın öğrencisi Erdoğan’dan başkası değildir. 

20 yıldır ülkeyi yöneten Erdoğan; Millî Görüş Lideri Erbakan’ın, mücadeleye başladığı yıldan itibaren gerçekleştirmek istediklerini hatta hayallerini dahi, adım adım gerçekleştirdi.

Bütün Millî Görüş partilerinin programlarında ve seçim beyannamelerinde: Cumhurbaşkanının halka tarafından seçilmesi, İslam Ülkeleri ile iş birliğinin geliştirilmesi, din ve dini alanın üzerindeki baskı ve kısıtlamaların kaldırılması, başörtüsü de dahil, dini özgürlüklerin verilmesi, eğitim kurumlarının bütün kademelerinde, kız öğrencilerinin rahatça öğrenimlerinin sağlanması gerçekleştirildi. Hanımı başörtülü cumhurbaşkanı olmaz, Çankaya’ya çıkamaz diyenlere inat, askerde, emniyet kuvvetlerinin her kademesinde, başörtülü genç kızlarımızın görev alması, Türkiye için büyük bir devrim olduğunu herkese gösterdi. Sokaklarda, ‘zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın’ diye slogan attığımız Ayasofya Kebir Camii açıldı.  

Erdoğan’la birlikte, askeri ve sivil vesayetten kurtulan Türkiye, emperyalistler ve onların yerli aparatları tarafından sıkıştırılan parantezden adım adım kurtarıldı. Savunma sanayiinden, teknolojisine, dış politikasından, etrafını saran emperyalist kuşatmaya varıncaya kadar, büyük oranda hepsini kırdı. Bununla beraber, kat etmemiz gereken daha uzun yollar var. 

Erdoğan’ın partisi, bir din tebliğ cemaati değil. Vaaz kürsülerinden beklediklerimizi, Erdoğan’ın partisinden beklemek, yanlışların en büyüğüdür.

Siyasal iktidarın görevi, din tebliğ cemaati gibi çalışmak değil, her türlü hak ve özgürlüklerin önündeki engellemeleri kaldırmaktır. Toplumun dini açıdan inşası, kimin görevi olduğu ortada. Siyasi iktidarın görevi, Türkiye’yi, tarihi müktesebata uygun tekrar, küresel bir oyuncu yapmak, Osmanlı hinterlandındaki milletlere ve coğrafyalara ümit ışığı olmaktır. 

Bu günkü iktidarın bunu yaptığına, yapmayı sürdüreceğine kaniyiz. Yeter ki Müslümanım diyen insanlar, ihaleci mantığı bırakıp, dini siyasi ve ahlakî görevlerini yerine getirsinler.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.