SON DAKİKA
Hava Durumu

“Ağlamakla Gülmek Kardeştir” Derler

Yazının Giriş Tarihi: 27.10.2022 00:04
Yazının Güncellenme Tarihi: 27.10.2022 00:04

Karadeniz insanının mizah anlayışı zorlukla baş etme mekanizması olarak gelişmiştir. Dik yamaçlarda “yağmur baştan aşağı” çay toplayan ve koca koca çay çuvallarını kilometrelerce taşımak zorunda kalan, dalgalı denizlere “vira bismillah” diyen yöre halkı yaşamın kendine yüklediklerini mizahla hafifletir. O yüzden bizim oralarda neredeyse her olay bir fıkra gibidir; hatta bazen cenazeler bile…

Babamın babası olan dedem vefat etmişti. Benim en protest yaşlarım. “Niye cenazelerde siyah kıyafetler giyiliyor ki?” diyerek en renkli kıyafetimi giyip cenazeye gittim. Aktivist kişiliğimle cenazede tabutun yakınlarında dikilirken bir anda akrabalarımdan birinin “bari son son bi fotoğrafi olsun” dediğini duydum. “Nasıl yani yaaa!” dedim içimden. “Dedemin ölüsüne fotoğraf mı çekecekler?” Ben bu sorunun cevabını zihnimin köşelerinde bulmaya çalışırken bir ses daha duydum. “Bi tane da torini olsun yanina.” “Torun mu? Kim o torun?” Az önce yanımda duran kuzenim Fatih ortalıktan kaybolmuş. “Fatih yaa nerdesinnn?” Tam kadınlardan birinin yaktığı ağır depresyon içeren “ooyyy ayni babam cibiydii, nasil da eldii!” ağıt cümlesine nokta koymadan yüz seksen derecelik bir ruh hali dönüşüyle yanındaki kadına “bahçeye lahanalaruni ektun mi?” sorusunu duyan kulaklarıma inanamıyorken ve tüm bu olan bitene içten içe kıkırdıyorken bir anda bu fıkravari olayın figüranlığından ansambl oyuncu kadrosuna geçmek üzereydim. Dehşetle etrafıma bakıyordum. Ama gerçek kabak gibi ortadaydı ve o gerçeğin adı bendim. Çünkü “kim demiş cenazede siyah giyilir” diyen aktivist kişiliğimle merasimde arz-ı endam edeyim derken tüm koyu renk ya da yöresel kıyafet giyen kadınların arasında trafik ışıkları harmonisiyle fena parlıyordum ve fark edilmemem imkansızdı: “Eliff, kizum sen da cel, dedenun başina dur.” “Yok canım ben değilimdir o!” Arkama sağıma soluma baktım kaçış yok. Beni çekip tabutun başına oturttular ve bir de “poz ver” dediler. Bir dedemin ölmüş yüzüne bir de etrafa bakıyordum; -aktivist olsam da çocuğum daha- gülsem mi ağlasam mı bilemiyordum. “Babaa nerdesinn?” Nöronlarımdaki duygusal sinyaller bir anda karıştı. Bu trajikomik olay karşısında yanaklarımın hafiften yukarı çekilmesine engel olamıyordum. Fakat yanımdaki akrabalarım gibi ağlamam gerekiyordu. Yoksa fotoğrafta dedemin ölüsünün başında gülerken çıkacaktım. Rezillik… Elimle ağzımı kapattım ve akıllara kazınan o pozu verdim. O zamana kadar dedemle tüm hayatım boyunca tek bir kare fotoğrafımız yoktu. “Ne zaman ki dedem eldi (öldü) o zaman dedemle bi fotoğrafumuz oldi.” 

Akşam dedemin için düzenlenen mevlit töreninde yine espriler havada uçuşuyordu. Ölüm komik değildi elbette fakat akrabalarım acının yükünü espri ile hafifletiyorlardı.

Bu yönteme logoterapi deniliyor. Logoterapi ekolünün kurucusu Victor E. Frankl Yahudi Soykırımı yıllarında üç yıl boyunca soykırımın en dehşetli olduğu Auschwitz toplama kampında kaldı. Çok acı dolu yılların ardından toplama kampı deneyimlerini ve logoterapi yöntemlerini anlattığı “İnsanın Anlam Arayışı” adlı kitabında Frankl yaşam, acı ve mizah ortaklığını şu şekilde yorumlamaktadır: “Mizah kendini koruma savaşında, ruhun başka bir silahıdır. Mizahın, insan yapısındaki diğer her şeyden çok, birkaç saniyeliğine de olsa uzaklaşarak bir durumun aşılmasını sağlar. Mizah duygusu geliştirme ve olayları mizahi bir ışık altında görme çabası, yaşama sanatında ustalaşırken öğrenilen bir hiledir. Ama her an her yerde acı bulunmasına rağmen, bir toplama kampında bile bu yaşama sanatını uygulamak olasıdır.  Bir benzetme yapacak olursak, bir insanın acı çekmesi, boş bir odadaki gazın davranışına benzer. Boş bir odaya bir gaz verildiği zaman, oda ne kadar büyük olursa olsun, gaz odanın her tarafına yayılır. İşte acı da böyledir: Ne kadar büyük ya da küçük olursa olsun, acı da insanın ruhuna ve bilincine tamamen yayılır. Dolayısıyla insanın çektiği acının “büyüklüğü” görecelidir. Ayrıca çok önemsiz bir ayrıntı bile sevinçlerin en büyüğünü yaratabilir (Frankl, 2019)

Ruh acı dolduğunda; açalım pencereleri ruhumuzu bir havalandıralım değil mi? Bol oksijen bol güneş, bol neşe ve çokça gülmeler ruhumuza işlesin

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.