SON DAKİKA
Hava Durumu

Zombi Kuşağı

Yazının Giriş Tarihi: 21.04.2022 01:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 21.04.2022 01:05

Psikolog Harry Harlow 1950’lerin başında. yenidoğan primat bebekleri aldı ve her birini diğerlerinden yalıtılmış kafeslere koydu. Araştırma ekibi kafeslerin temizliğine, bebeklerin beslenmesine son derece özen gösteriyorlardı. Hastalık kapma olasılığını asgariye indirmek için bebekler arası iletişimi tümüyle yasaklamıştı. Sonuçta vahşi ortamda yetişen akranlarından çok daha güçlü ve büyük primatlar yetişmişti.

Fakat fiziksel olarak son derece sağlıklı olan bu genç maymunlarda korkutucu bir sağlık problemi ortaya çıkmıştı. Tecrit altında büyütülen bu maymunlar yalnızlık nedeni ile çökmüşler, en temel sosyal ilişkileri bile beceremez konumuna gelmişlerdi. Harlow bebeklerin zihinsel ve ruhsal gelişimlerinde düzgün beslenmeden daha fazlasına ihtiyacı olduğu sonucuna vardı.

Peki ihtiyaç duyulan şey neydi?

Bilimciler kafesleri maymunlar soğuk zemin üzerinde yatmasın diye çocuk bezi kumaşlarıyla kaplamışlardı. Annesiz bebekler için bu yumuşak bezler bir avuntu haline gelmişti. Biri kafese yaklaştığında hemen kumaşla üzerlerini örtüyorlar ve yerdeki beze sarılıyorlardı.

Bu içler acısı durum Harlow’a yeni bir deney tasarlama fikrini verdi.

Bir sonraki primat kuşağını iki farklı sahte anne ile yetiştirmeye karar veren Harlow annelerden birini tel örgüden diğerini ise yumuşak havlu kumaştan yaptı. Kafeslerden birkaçının anneyi simgeleyen tel örgülerine bebeklerin beslenmesi için süt şişelerini astı. Harlow’un cevabını aradığı soru şuydu: Bebekler hangi anneyi seçeceklerdi? Kendilerini besleyen tel örgü anneyi mi yoksa onlara sarılıp şefkat gösteren kumaş anneyi mi?

Sonuçlar çok açıktı. Bebek primatlar acıktıklarında tel örgü annelerine gidip çarçabuk karınlarını doyuruyorlar sonrasında da kendilerini kumaş annelerinin şefkatli kollarına bırakıyorlardı. Bebekler altı aylık olduklarında günde ortalama on sekiz saatlerini kumaş anneleri ile geçiriyorlardı. Bu deneylerden çıkarılan ders, bebek primatların yoğun bir “bağlılık ve sevgi” ihtiyacı ile doğduğudur. Bu sevgi ihtiyacı karşılanmadığında yoksunluk duygusu çeken primatlar trajik yan etkilerle boğuşmak durumunda kalıyorlardı.

Harlow daha sonra toplumsal tecridin yıkıcı etkilerini araştırmak maksadıyla acımasız deneylerine devam etti. Bunlardan bir tanesi bebek maymunları aylar boyunca hiçbir şeyin (tel annelerin bile) olmadığı kafeslere koymaktı. Sonuçlar bu acımasızlığa karşılık gelecek derecede şiddetteydi. Tecrit edilen bebekler her türlü duygu ifadesine kapalı, sürekli kavga eden, kendi çocuklarına bile acımasızca davranan, kelimenin tam anlamıyla primat psikopatlara dönüşmüşlerdi. Biri kendi çocuğunun parmağını ısırarak koparmıştı. Diğeri ise ağlayan bebeğini -kafasını parçalayarak- öldürmüştü. Bebekleri annelerine sarılmaya çalıştıklarında onlar bebeklerini itiyorlardı.

Maymun yavrularında olan insan yavruları için de geçerlidir. Öz bakım fizyolojik ihtiyaçları giderir evet ama bu bakım biçimi sevgi ve şefkatten yoksunsa ruhsal tatmin sağlanmaz. Aynı evin içinde ayrı dünyalarda yaşayan ebeveynler ve çocuklar arasındaki bu kopukluk, gelecek nesli ilişkilerinde ve olaylara karşı duyarsız, şiddete meyilli, haz ve fayda odaklı yaşayan asosyal, pesimist, kaygıyı, çözüm üretmek yerine kaostan beslenen topluluklara dönüştürme gibi riskleri barındırır. Son yıllarda özellikle Z kuşağını hedef alan ve psikopatolojiyi besleyen birtakım uygulamaların evlatlarımızı Z(ombi) Kuşağının bireyleri haline getirme eğiliminde olduğunu hepimiz gözlemliyoruz. Yavrularımızı bu tür risklerden korumak için en basit çözümün sevgi, şefkat, ilgi ve onlarla vakit geçirecek, sohbet edecek alanlar yaratmak olduğunu düşünüyorum. Onların olduğu kadar bizlerin de bu “bağa ve ilişkiye” ihtiyacı var.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.