SON DAKİKA
Hava Durumu

Bir Pişmanlık Hikâyesi

Yazının Giriş Tarihi: 17.10.2022 00:57
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.10.2022 00:57

Daha önce de bahsini ettiğim bir hikâyeyi, ‘zamandır’ düşüncesiyle tekrar hatırlatmakta fayda var…

Efendim, Ömer Seyfettin’in ‘Kaşağı’ isimli bir hikâyesi vardır malumunuz.

Bu hikâyeyi ilk kez, hafızam beni yanıltmıyorsa, ilkokul son sınıftayken Türkçe kitabında okumuştum.

Bende derin bir iz bırakmıştı doğrusu…

Zaman zaman empati yapıp kendimi hikâyenin kahramanı yerine koyduğum oldu.

Her seferinde hissettiğim, tanımlanamaz bir acı ile ta en içerimdeki sızıydı…

Efendim, bilmeyenler için kısa bir özet çıkaralım dilerseniz.

İki kardeşin dramı anlatılıyor bu hikâyede…

Anneleri İstanbul’a gidince babalarının seyisi ile birlikte yaşadıkları hayattan bir kesit… Kahramanımız ata binmeyi ve hele de onları tımar etmeyi pek seven bir çocuk.

Bir gün annesi, ev halkına İstanbul’dan hediyeler gönderir.

Bunların içerisinde ‘fakfon’ denen gümüş renkli bir kaşağı da vardır.

Seyisin kullanmaya kıyamadığı bu kaşağıyı, ne yapıp edip denemeyi kafasına koymuştur kahramanımız.

Onun bulunmadığı bir sırada kaşağıyı kapıp atı tımar etmeye başlar.

At huysuzlanır… ‘Herhalde dişleri çok sivri diyerek kaşağıyı duvara sürter.

Tekrar dener ama at yine tepki verir.

Kızgınlıkla az ilerideki çeşmenin başına giderek kaşağıyı yalağın taşına koyar ve üzerine başka bir taşla vurarak parçalar.

Bir süre sonra seyis kaşağıyı bulur ve bunu kimin yaptığını soruşturmaya başlar.

Kahramanımız inkâr etmekle yetinmeyip, bile isteye işlediği suçu, kardeşinin üzerine atar.

İsmi Hasan olan sarı saçlı çocuk, bu ithamı reddedince babası onu tokatlar ve ahıra girmesini yasaklar…

Aradan bir yıl geçmiştir.

Ahıra girmesi hâlâ yasak olan Hasan hastalanır.

Doktor, ‘Kuşpalazı’ olduğunu ve kısa bir süre sonra öleceğini söyler.

Kahramanımız büyük bir vicdan azabına gark olmuştur adeta.

Kardeşi iyice fenalaşınca, bakıcısına gidip, bir itirafta bulunacağını ve Hasan’dan af dilemek istediğini söyler.

Cevap, ‘yarına söylersin’ olur.

Ertesi sabah artık çok geçtir…

Zira Hasan ölmüştür…

Neden mi anlattım bu hikâyeyi?

Amasra’daki grizu faciasını bile saldırmak için vesile addeden bedhah muhaliflerin yaklaşımına dikkat çekmek için öncelikle.

Diğer bir nedeni de, birçok ülkeye nazaran bir yıldız gibi parlayan ülkemizdeki gelişmelere, şükürsüzlük ile mukabelede bulunan nankörlüğe atıfta bulunmak içindir.

Kimileri bilerek, bazıları da bilmeyerek meşum bir odağın değirmenine su taşımadalar şu sıralar…

Maksatları hâsıl olursa eğer, yıllar yılıdır ensemizde boza pişiren emperyalist güçlerle hesaplaşma şansı başka bir bahara, belki de çıkmaz ayın son çarşambasına kalacak…

Bu işi bilerek yapanlar, şüphesiz ki, bu yok sayma ameliyesinin sonuçlarını şimdiden kabul ediyor demektirler. 

Duyacakları bir nedamet olmayacağı gibi, büyük bir teheyyüçle sevinç çığlıkları atacaklarını tahmin etmek hiçte zor değil…

Asıl sorun, bindikleri enaniyet atından bir türlü inemeyen diğer kesimde…

Bunlar, diğerlerinin kendilerini tetikçi olarak kullanmalarına bile rıza gösterip, sırf inat uğruna, bir yok oluş sürecine argüman devşirmedeler.

Türkiye, bir daha eski karanlık günlere döner mi, doğrusunu isterseniz bilmiyorum.

Ama bildiğim bir şey var ki, o da, eğer bir yol kazası gerçekleşir de her şey sil baştan sıfır noktasına gelirse, bunda, intikam uğruna yapılan iyilikleri gözünü kırpmadan çöpe atanların payı çok büyük olacaktır!

Bildiğim bir şey daha var ki, bu gönüllü tetikçiler, kardeşi Hasan’a iftira ederek onun tokat yemesine ve cezalandırılmasına vesile teşkil eden hikâyenin kahramanından, çok daha ağır bir vicdan azabına duçar olacaklardır.

Kim bilir, belki de tarih onları, Viyana kuşatmasında ihanet eden Kırım Hanı Murat Giray ile birlikte anacaktır.  

Eğer mukadder ise o pişmanlık gününde, tıpkı hikâyede cereyan ettiği gibi, ‘artık çok geç!’ pişmanlığı beş para etmeyecektir.

Hoş, bu sözler de bir kulaklarından girip ötekisinden çıkacak ya, neyse…

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.