SON DAKİKA
Hava Durumu

Yeni Bir Post Modern Darbe mi?

Yazının Giriş Tarihi: 15.10.2020 09:30
Yazının Güncellenme Tarihi: 15.10.2020 09:30

Salı gecesi AYM üyelerinden Engin Yıldırım’ın sosyal medya hesabı Twitter’dan attığı bir twit bardağı taşıran son damla olmuştu.

Peki, bu ne anlama geliyordu?

Gelin dilerseniz meselenin en başına kadar giderek biraz da komplo teorilerinin yardımıyla etraflıca bir değerlendirme yapalım.

Hadiselerin kronolojik dizilimi şöyle.

11 Eylül 2020 günü Anayasa Mahkemesi, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nda yer alan "Şehirlerarası kara yollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez" hükmünü Anayasa'ya aykırı bularak iptal etti.

Bu, çok sıradanmış gibi görünen gelişmeye, doğal olarak toplumun bir tepkisi olmamıştı.

Birkaç gün sonra, yani 14 Eylül 2020 günü İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “Toplumsal Olaylarda Müzakere Kursu Açılış Töreni'nde” Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan'a yüklenmiş ve "Anayasa Mahkemesi karar veriyor. FETÖ'cüler girsin, PKK'lılar girsin ne olacak. Anayasa Mahkemesi Başkanı'na buradan söylüyorum. Madem özgür bir ülkeyiz, ana caddelerde, sokaklarda özgürce yürüyüş hakkının ortadan kaldırılmasını onayladınız. Polis koruması almana gerek yok. Bisikletinle işe git gel bakalım” demiş ve polemik ikinci aşamaya geçmişti.

Kimse ne olup bittiğini anlamamış, Soylu’nun tepkisinin orantısız olduğu düşünülmüştü.

Hadisenin dumanı henüz üzerindeyken bir gün sonra 15 Eylül 2020 günü ismini artık ezbere bildiğimiz Engin Yıldırım sosyal medya hesabından bisikletli bir fotoğrafını paylaşmış ve “Bisiklet maceram” diyerek bir önceki gün konuşan Soylu’ya bu tavrıyla göndermede bulunmuştu.

Kimse yine bir şey anlamadı.

Gelişmeler anlamsız gibi görünüyordu. Hatta “koca koca adamlar neyin polemiğini yapıyorlar?” diyenler bile vardı.

Aradan 4 gün geçmişti.

19 Eylül 2020 günü İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Ankara'da şehit, gazi yakınları ve gazilerle buluşmasında çok sert sözlerle bir kez daha AYM’yi ve başkanını eleştirdi. Meselenin ‘Milli Güvenlik’ boyutunu özellikle öne çıkaran Soylu, AYM’yi FETÖ ve PKK meselesinde duyarsız davranmakla suçladı.

Birkaç gün tartışma olmadı ama 18 Eylül 2020 günü merkezinde yine AYM’nin olduğu başka bir tartışma konusu gündeme oturdu.

Bu kez AYM, ‘Casusluk’ davasından ceza alan CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun milletvekilliğini düşürülmesinin ‘hak ihlali’ olduğuna ve ‘yeniden yargılamaya’ hükmetti.

Ortalık bir kez daha karışmıştı.

Bu karışıklığın üzerinde yine durulmadı ta ki, 30 Eylül 2020 günü MHP Genel Başkanı Bahçeli, AYM ile ilgili çok sert ve sarsıcı bir açıklama yapıncaya kadar.

Bahçeli, açık bir biçimde AYM’nin Cumhurbaşkanlığı sistemine uygun olarak yeniden yapılandırılması gerektiğini söylüyordu.

Hükumet karşıtı cephe hemen AYM’nin yanında hizalandı tabi.

Kimisi, neye hizmet ettiğini bilerek, kimisi de sırf Erdoğan düşmanlığı nedeniyle konuşlanıyordu yeni mevzide…

Yaklaşık iki hafta bu tartışmalarla geçti.

Nihayet yerel mahkeme (İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi) AYM’nin kararını tanımayarak, yeniden yargılamaya gerek olmadığına hükmetti.

Dananın kuyruğu bütün bütün kopmuştu.

Aynı gün Kılıçdaroğlu çok sert açıklamalarda bulundu, mesele çeşitli mahfillerde tartışıldı, gerilim yükseldi.

İşte tam o gece daha önce başkan vekilliği de yapmış olan AYM üyesi Engin Yıldırım bir kez daha sosyal medya hesabının başına geçti ve AYM’nin bütün ışıklarının yandığı bir fotoğrafını paylaşarak şu cümleyi kurdu:

“Işıklar yanıyor!”

Ve kıyamet koptu haklı olarak zira bu ifade eski Türkiye’de muhtıra ve darbe öncelerinde “Genel Kurmayın ışıkları sabaha kadar yanıyordu” cümlesini ve onun işaret ettiği olguyu çağrıştırıyordu.

Şimdi, bu kadar uzun bir girizgâha neden ihtiyaç duyduğumu ve meseleye dair ne düşündüğümü sizlerle paylaşmak istiyorum.

Girizgâh uzundu zira süreci tam olarak bilmeden komplo teorisi de denebilecek bu yaklaşımı yeterince anlaşılır bir biçimde serdedemezdim.

Gelelim teorimize…

Hatırlarsınız, bundan yaklaşık 2 ay önce Amerika başkan adaylarından Joe Biden’ın bomba etkisi yapan bir açıklaması düştü gündeme.

Özetle, Erdoğan’ı devirmek için muhalefetle işbirliği yapacaklarını söylüyordu.

Muhalif siyasilerin hatırı sayılır bir tepki göstermediği herkesin malumu…

Her neyse işte bizim teorimiz tam bu noktadan itibaren başlıyor.

Yeni bir “post modern” darbe girişimi diye isimlendirebiliriz bunu.

Türkiye 5 cephede savaşırken, pandeminin etkisi tüm dünyayı allak bullak etmişken ve doğal olarak bunun ekonomik izdüşümlerinin Türkiye’deki yansımaları hissedilmekte iken, ortamı kaosa boğacak birtakım atraksiyonlar gerekiyordu.

Muhalefet, bu sıkıntılı gelişmeleri yok sayarak koro halinde tezvirata girişti.

Dövizdeki dalgalanmalar rutin dışı bir seyir arz etmeye başladı.

Son günlerdeki, terör örgütü PKK tarafından çıkartılan yangınları da buna eklediğimizde ortalık gerçekten toz dumandı.

Bütün bunlara tüm muhalif partilerin aleni desteğini arkasına almış bulunan Kılıçdaroğlu’nun ortamı gerecek açıklamaları ve anlamsız bir biçimde talep ettiği ‘erken seçim’ tartışmaları da eklenince, göz gözü göremez olmuştu artık…

Amaç belliydi…

Zemin kaosa uygundu ve ne yapıp edip bunu toplumsal çalkalanma düzeyine getirmek gerekiyordu.

2016 darbe girişiminden bu yana sıklıkla gündeme taşınan “hukuki” tartışmaların ivme kazanmasını sağlayarak en etkili argümanı üretebilmek peşindeydiler.

İşte AYM bu noktada rol üstleniyordu.

Kanaat-ı acizaneme göre ‘devlet’, başından beri bunu öngörüyordu.

Tartışmaları bu yüzden kamuoyunun önünde gerçekleştirerek, muhataplarını yanlışa zorladı.

Polemikler bir tartışma zemini oluşturduysa da fazla etkili olamadı.

Ta ki, 13 Ekim gecesine kadar.

Her şey o gece tersyüz oldu.

Yerel Mahkeme, Anayasa Mahkemesi kararına uymak zorundayken farklı bir mülahaza yürüttü ve önceki kararında ısrar etti.

Bu, AYM ve ortakları için bulunmaz bir fırsattı.

Tabir-i diğerle İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, AYM’ye gollük bir pas atmıştı.

Bizim komplo teorimize göre AYM bu sözde bardağı taşıran son damlaya daha fazla bigâne kalamayıp zehir zemberek bir açıklama hazırlamakta idi.

O gece ışıklar bunun için yanıyordu.

Hedefinde açıkça iktidarın olduğu bu açıklama, mahkemelerin iktidar tarafından baskı altına alındığı iddiasıyla başlayacak ve toplumu infiale sevk edecek bir yaklaşımı kayıt altına alarak sona erecekti…

Ertesi gün, gelsin nümayişler, açıklamalar, salvolar…

Daha önce Süleyman Soylu’ya bisikletli fotoğraf ile göndermede bulunup bir anlamda meydan okuyan AYM üyesi Engin Yıldırım, bizim izahta zorlandığımız tuhaf bir özgüvenin etkisiyle olsa gerek tez canlı bir açıklama yaparak komployu kuranlar açısından bir çuval inciri berbat edecek fiilini gerçekleştirdi.

Tabir caiz ise toplumu infiale sevk edecek bomba bir anda ellerinde patladı.

Bana göre, bütün emeklerin boşa çıktığı an, mezkûr şahsın, heyecanını ve bir anlamda sevincini gemleyemeyerek “ışıklar yanıyor” diye twit attığı andı.

Öngörülemeyen toplumsal bir tepki, çığ gibi büyüdü ve bütün hesapları altüst ediverdi.

Şüphesiz ki, bu, bir komplo teorisi ama şu da var ki, yazının en başında kronolojik sırayla yazdığım gelişmeleri başka türlü okumam mümkün değildi.

Gerek Süleyman Soylu’nun ve gerekse Devlet Bahçeli’nin çıkışları bir ön alma çabasının sonucuydu bana göre.

Engin Yıldırım’ın yaptığı çıkışı, sanırım onlar da beklemiyorlardı ve bu çıkış, işlerini çok kolaylaştırdı.

Bugün hükumet bir saldırıya muhatap değilse, hatta ortalık yangın yerine dönmemişse bunu bu çıkışa borçluyuz ve yine bugün birileri saldırı değil de savunma pozisyonunda iseler, bunun sebebi bu gelişmedir.

“Ve mekeru, mekerallah!..” diyor teorimi sonlandırıyorum. 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.